You need to enable JavaScript to run this app.

Skip to main content

Yazar: medihaber
[Resim: _110609701_mediaitem110609700.jpg]

İnekler çıkardıkları metan gazı ile çevreye oldukça fazla zarar veriyorlar. Cümlesi son zamanlar daha çok duyulmaya başladı.

Bunun yanında İngiltere gibi ülkeler et ve süt ürünleri tüketimlerini azaltarak veya bu ürünlere ek vergiler getirerek dolaylı yoldan tüketim azaltması ile çevredeki inek sayısını düşürmeye çalışıyor.

Öyle sayılar söyleniyor ki, araçların, parfümlerin çevreye verdiği zarar inekler yanında hiç kalıyor.

Dünya genelindeki 1,5 milyar inek ve milyarlarca küçükbaş hayvanın metan dahil onlarca kirletici gaz yaydığı biliniyor.

Amonyak salımının üçte ikisinden de inekler sorumlu tutuluyor.

'Bir inek günde 100-200 litre kadar metan gazı çıkarıyor'

Bazı uzmanlara göre inekler günde ortalama 100 litre ile 200 litre arasında metan gazı çıkarıyor.

Bazı uzmanlar ise bunun 500 litreye kadar çıkabileceğini söylüyor. Bunun bir arabanın bir günde yaydığı metana eşit olduğu belirtiliyor.


Bill Gates: İneklerin çıkardığı gazlar dünyanın en büyük sorunlarından biri

Alıntı:Microsoft'un kurucusu Bill Gates, küresel ısınmadaki payları nedeniyle, ineklerin çıkardığı gazların dünyanın en önemli sorunlarından biri olduğunu söyledi. Gates, "Bir gün ineklerin bağırsak hareketleri hakkında konuşacağım hiç aklıma gelmezdi" dedi.



İnsanlar tarafından atmosfere salınan gazların sera etkisi yaratması sonucunda küresel ısınma ortaya çıkmaktadır. Hayvancılık sektörü antropojenik metan emisyonların %25-40’ını oluşturmaktadır. Bu değer enterik fermantasyon sürecinde geviş getiren hayvanların selülozu parçalaması sonucu ortaya çıkmaktadır. 

Hayvancılıkta metan üretiminin yaklaşık % 10'u anaerobik gübre depolanmasından üretilmektedir. Ancak hayvanlar otlatıldığında gübre doğrudan topraklara
bırakılır bu da hayvan gübresinden kaynaklanan emisyonları azaltır.

Hayvansal üretim CO2 emisyonunun %9’u, CH4 emisyonunun %35-40’ı ve N2O emisyonunun %65’ini oluşturan payı ile küresel ısınmaya etki yapmaktadır. Diğer taraftan küresel ısınma ile ortaya çıkan yüksek sıcaklık ve kuraklık, sürdürülebilir hayvansal üretim sistemleri ve çeşitli ekosistemlerin hayatta kalmasına karşı tehdit olarak görülmektedir. 

Hayvansal üretim, mera/yem bitkisi miktar ve kalitesi, yoğun yem hammaddesi üretimi ve fiyatı, hastalık, zararlıların gelişimi, yayılması ile sıcaklık ve su varlığındaki değişmelerden etkilenir. Hayvan yetiştiriciliği, en büyük arazi kullanan sektör olup, küresel biyokütlenin yaklaşık % 60'ını oluşturmaktadır. 

Gelecek yıllarda gelişmesi beklenen iklim değişikliği olguları, hayvansal üretiminin doğal kaynağını oluşturan arazi ve yem bitkisinin verimliliğini de etkileyecektir. Çiftlik hayvanlarının üretim sisteminde sera gazı salınımını azaltma yüksek öncelikli olarak görülmesine rağmen, emisyonun azaltılması stratejileri ile işletmelerin
ekonomik güçlerinin zayıflaması kaçınılmazdır. 

Bonus;

Konu ilginizi çekti ve daha fazlasını istiyorsanız. Size konu ile alakalı bir belgesel de önereyim hemen.

Netflix yapımı olan Cowspiracy

[Resim: 478502675.webp?mw=900&mh=506]


Cowspiracy: Sürdürülebilirliğin Sırrı

Fabrika çiftçiliğinin gezegenin doğal kaynaklarını nasıl tükettiğini ve büyük çevreci grupların bu krizi neden görmezden geldiğini öğrenin.

Başroldekiler: Kip Andersen
Yorumlar Yorum Yok
Yazar: medihaber
[Resim: _110578378_hi059286364.jpg]


Çin'de yeni bir virüs dokuz kişiyi öldürdü ve ABD, Tayland ve Güney Kore'nin yanı sıra çeşitli eyaletlere de yayıldı.

Yetkililer insanları koronavirüs salgınının merkezindeki şehir olan Wuhan'ın içine ve dışına seyahat etmeyi bırakmaya çağırıyorlar .

440 onaylanmış vaka vardır, kökeni bir deniz ürünleri pazarı.

İngiltere'deki yetkililer önlem olarak Çin'den uçuşları izliyor.

BBC sağlık ve bilim muhabirleri Michelle Roberts ve James Gallagher yeni virüs hakkındaki soruları cevaplıyor.


Sars tipi bir salgın veya herkesin etkilendiği bir domuz gribi durumu olarak ortaya çıkacak mı? 

Beklenti, bunun şiddetli akut solunum sendromuna domuz gribinden daha yakın olacağıdır, çünkü yeni koronavirüs Sars'ın bir akrabasıdır. Bununla birlikte, cevaplanmamış büyük sorulardan biri, bu virüsün bir kişiden diğerine ne kadar kolay yayıldığıdır.


Sars nasıl yayıldı? Nasıl ortaya çıktı? 

Sars yarasalarla başladı ve sonra misk kedisine bulaştı, bu da onu insanlara aktardı. Bazı insanlara misk kedileriyle doğrudan temas ile bulaştı. Ancak öksürük, hapşırma ve kontamine yüzeylerle bir kişiden diğerine yayılabildi.


Önleme için yapabileceğimiz bir şey var mı? 

Riski en aza indirmek için aşı yoktur ve temel hijyen ile alakası çok azdır.

Doktorlar mümkün olan en kısa sürede vakaları teşhis etmeye ve izole etmeye çalışacaklar ve virüsü anlamak için hastaların temas ettiği izleri takip edecekler.


İngiltere veya Avrupa'ya yayılma olasılığı nedir?

Bu ne kadar uzun süre devam ederse ve Çin'de ne kadar çok insan enfekte olursa, İngiltere ve Avrupa'da vakaların ortaya çıkma olasılığı o kadar artar.


Bu solunum hastalığını önlemek için aşı yapmak mümkün müdür? 

Şu anda, insanları bu tür koronavirüslere karşı koruyabilecek bir aşı yoktur, ancak araştırmacılar bir tane geliştirmeye çalışmaktadır. Daha önce insanlarda görülmemiş yeni bir türdür, bu da doktorların bu konuda öğrenecek çok şeyleri olduğu anlamına gelir.


Pekin ve Şanghay'a seyahat edeceğim orada ne gibi önlemler alacağımı bilmek istiyorum? 

Şu anda mevcut olan bilgilere dayanarak, Dünya Sağlık Örgütü seyahat veya ticaret konusunda herhangi bir kısıtlama önermemiştir. Ayrılmadan önce en son seyahat tavsiyelerini tekrar kontrol etmelisiniz.


Virüsün son birkaç ay içinde Çin'e seyahat eden herhangi bir kişiyi etkilemesi mümkün müdür, örneğin Ekim-Aralık 2019? 

İlk insan vakaları Çin'in Wuhan şehrinde Aralık 2019'da tespit edildi. Bundan önce bildirilen başka herhangi bir şüpheli insan vakası olmamıştır. Virüs türü göz önüne alındığında, inkübasyon süresi (enfeksiyonu yakaladıktan sonra semptomların ortaya çıkması ne kadar sürer) haftalar alabilir.

Virüsün insanlara nasıl veya ne zaman bulaşıcı hale geldiği henüz bilinmemektedir. Uzmanlar, ilk vakaların bir hayvan tarafından iletildiğine inanıyorlar.


Başlangıçta enfekte olmuş birçok insan zaten hastaneden taburcu edildi. Virüsün o kadar tehlikeli olmadığı anlamına mı geliyor?

Koronavirüsler, soğuk algınlığından daha şiddetli hastalığa kadar çeşitli hastalıklara neden olan geniş bir virüs ailesidir. Bu yeni koronavirüsün ne kadar kötü olduğu henüz belli değil.

Bir hasta enfeksiyondan kurtulduysa, başkaları için önemli bir risk oluşturmamalıdır ve yeterince iyi olması koşuluyla hastaneden eve gönderilebilir.


Corona virüsü hangi hayvandan geliyor? Kişi kendini nasıl koruyabilir? 

Virüsün nasıl bulaştığı henüz bilinmemektedir. Sars ve Mers gibi diğer koronavirüsler sırasıyla misk kedileri ve develerden geldi. Uzmanlar kaynağı bulmak için çalışıyor.

Enfeksiyonu önlemek için standart öneriler geçerlidir. Bunlar:
  • düzenli el yıkama
  • öksürürken ve hapşırırken ağız ve burnun kapatılması
  • Et ve yumurtaları iyice pişirmek
  • Öksürme ve hapşırma gibi solunum yolu rahatsızlığı belirtileri gösteren kişilerle yakın temastan kaçının.
Yorumlar Yorum Yok
Yazar: medihaber
[Resim: T-cells-attacking-cancer-ed.jpg?w=575&ar=16:9]

Cardiff Üniversitesi'ndeki araştırmacılar, “herkese uyan” kanser terapisi umudu sunan yeni bir tür katil T hücresi keşfettiler.

Kanser için T hücresi terapileri - bağışıklık hücrelerinin çıkarıldığı, modifiye edildiği ve kanser hücrelerini aramak ve yok etmek için hastanın kanına geri döndüğü - kanser tedavilerindeki en son paradigmadır.

CAR-T olarak bilinen en yaygın kullanılan terapi, her hasta için kişiselleştirilmiştir, ancak sadece birkaç tip kanseri hedefler ve kanserlerin büyük çoğunluğunu oluşturan katı tümörler için başarılı değildir.

Cardiff araştırmacıları, sağlıklı hücreleri görmezden gelirken çoğu insan kanser türünü tanıyan ve öldüren yeni bir T hücre reseptörü (TCR) tipi T hücreleri keşfetti.

Bu TCR, çok çeşitli kanser hücrelerinin yüzeyinde ve vücudun normal hücrelerinin çoğunda bulunan bir molekülü tanır, ancak dikkat çekici bir şekilde, sağlıklı hücreleri ve kanserli hücreleri ayırt edebilir ve sadece ikincisini öldürür.

Araştırmacılar bunun daha önce mümkün olmadığını düşündüğü “pan-kanser, pan-popülasyonu” için immünoterapiler için heyecan verici fırsatlar sunduğunu söyledi.


Bu yeni TCR nasıl çalışır?

Geleneksel T hücreleri, anormalleri bulmak ve anormal proteinleri ifade eden kanserli hücreleri ortadan kaldırmak için diğer hücrelerin yüzeyini tarar, ancak yalnızca "normal" proteinler içeren hücreleri görmezden gelir.

Tarama sistemi, insan lökosit antijeni (HLA) adı verilen hücre yüzeyi moleküllerine bağlı küçük hücresel protein parçalarını tanır ve katil T hücrelerinin yüzeylerini tarayarak hücrelerin içinde neler olduğunu görmelerini sağlar.

HLA, daha önce bilim adamlarının tüm insanlarda çoğu kanseri hedefleyen tek bir T hücresi tabanlı tedavi oluşturmasını engelleyen bireyler arasında büyük farklılıklar gösterir.

Ancak, bugün Nature Immunology'de yayınlanan Cardiff çalışması, MR1 adı verilen tek bir HLA benzeri molekül aracılığıyla birçok kanser türünü tanıyabilen eşsiz bir TCR'yi tanımlamaktadır.

HLA'nın aksine, MR1 insan popülasyonunda değişiklik göstermez - yani immünoterapiler için oldukça çekici yeni bir hedeftir.


Araştırmacılar ne gösterdi?

Yeni TCR ile donatılmış T hücrelerinin, sağlıklı hücreleri göz ardı ederken, akciğer, deri, kan, kolon, meme, kemik, prostat, yumurtalık, böbrek ve serviks kanseri hücrelerini öldürdüğü gösterilmiştir.

Bu hücrelerin terapötik potansiyelini in vivo olarak test etmek için araştırmacılar, insan kanserini taşıyan farelere ve bir insan bağışıklık sistemi ile MR1'i tanıyabilen T hücrelerini enjekte etti.

Bu, araştırmacıların benzer bir hayvan modelinde NHS onaylı CAR-T terapisi ile karşılaştırılabilir olduğunu söylediği “cesaret verici” kanser temizleme sonuçlarını gösterdi.

Cardiff grubu ayrıca bu yeni TCR'yi eksprese etmek için modifiye edilmiş melanom hastalarının T hücrelerinin sadece hastanın kendi kanser hücrelerini değil, hastanın HLA tipine bakılmaksızın laboratuardaki diğer hastaların kanser hücrelerini de yok edebileceğini gösterebildi.

Çalışmanın baş yazarı ve Cardiff Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden T hücrelerinde uzman olan Profesör Andrew Sewell, bu kadar geniş kanser özgüllüğüne sahip bir TCR bulmanın “son derece sıra dışı” olduğunu söyledi ve bu da “evrensel” kanser tedavisi olasılığını artırdı .

“Bu yeni TCR'nin bize tüm bireylerde çok çeşitli kanserleri hedeflemek ve yok etmek için farklı bir yol sağlayabileceğini umuyoruz” dedi.

“Mevcut TCR temelli tedaviler sadece azınlık kanseri olan hastaların az bir kısmında kullanılabilir.

“MR1 kısıtlı T hücreleri yoluyla kanser hedefleme heyecan verici yeni bir sınırdır - 'tek bedene uyan her şey' kanser tedavisi olasılığını artırır; popülasyondaki birçok farklı kanser türünü yok edebilen tek bir T hücresi türü.

“Daha önce kimse bunun mümkün olabileceğine inanmıyordu.”


Sonra ne olur?

Yeni TCR'nin sağlıklı hücreler ve kanser arasında ayrım yaptığı kesin moleküler mekanizmayı belirlemek için deneyler devam etmektedir.

Araştırmacılar, MR1 tarafından kanser hücresi yüzeyinde farklı metabolik ara maddelerin ortaya çıkmasına neden olan hücresel metabolizmada değişiklikler algılayarak çalışabileceğine inanıyorlar.

Cardiff grubu, yeni güvenlik yaklaşımını takiben bu yeni yaklaşımı bu yılın sonuna doğru denemeyi umuyor.

Profesör Sewell, devam etmekte olan bu güvenlik testinin önemli bir yönünün, yeni TCR ile modifiye edilmiş katil T hücrelerinin sadece kanser hücrelerini tanımasını sağlamak olduğunu söyledi.

“Üstesinden gelinmesi gereken birçok engel var, ancak eğer bu test başarılı olursa, bu yeni tedavinin birkaç yıl içinde hastalarda kullanılabileceğini umuyorum” dedi.
Yorumlar Yorum Yok
Yazar: Büşra Kuşkanadı
UMUT IŞIKLARI

Herkesin bir hikayesi vardır. En azından ben buna inanıyorum. Benim hikayem 28 Kasım 2008 yılında diyabet tanısı almamla başladı. 6. sınıfa geçtiğimde kısa sürede çok kilo vermeye başlamıştım, zaten iştahı iyi olan bir çocuk değildim hepten iştahım kapanmıştı. Neredeyse  hiçbir şey yemiyordum. Çok su içiyor çok idrara çıkıyordum. Önce bunları pek önemsemedik. Sonraki günlerde kilo vermem çok belirgin hale geldi. Gece bile sürekli idrara çıkıyordum, bu bazen 9-10 defayı buluyordu. Yemek yemiyor, kendimi çok yorgun hissediyordum, sürekli karnım ağrıyordu, okula gidince anlatılanları anlayamıyordum duramayıp eve geri geliyordum. Hastaneye gitmeden önceki gece hiç uyuyamadım, sürekli tuvalete gittim, midem çok bulanıyordu, sabaha kadar kustum ve nefesim o kadar kötü kokuyordu ki(sonradan öğrendim kokunun aseton kokusu olduğunu) Babam sabah olunca hastaneye götürecekti beni, kahvaltı hazırlandı, benim iştahım yoktu tabii bir şey yiyecek durumda da değildim.

Annem bir bardak çaya 6-7 tane şeker koydu enerji olsun diye. Bana içmemi söyledi, içemedim o haldeyken.( iyi ki de içmemişim tabii)  babamla hastaneye yürümeye başladık o kadar kötüydüm ki “nefes alıp vermekte çok zorluk çekiyordum ve çok yorgundum babama yetişemiyordum. Sanırım o anı hiç unutmayacağım, nefesimin kokusu hala aklımda ölecek gibi hissediyordum. Hastaneye vardık doktora şikayetlerimi söyledik. Hemşireler kiloma baktı, 21 kiloydum,  6. Sınıfa gidiyordum ve 21 kiloydum (iskelet gibi). Sonra birkaç tüp kan aldılar, en son da kan şekeri bakacağız dediler. Parmağımı delip kan aldılar ve küçük bir makineye okuttular. Sonuç 598’di kağıda yazdılar. Doktorun yanına gittiğimizde babama: “Kızınızda şeker çıkmış, onu acilen üniversite hastanesine götürmelisiniz.” Dedi. Sonra babamla arabaya binip hastaneye gittik. Canım şeftalili meyve suyu çekiyordu. Babama; “Bana alır mısın ?” diye sordum. Uzun zamandır bir şey yiyip içmiyordum ve bana” sen yeter ki bir şey ye iç biz sana her şeyi alırız.” diyorlardı. Ama babam; sonra alırım dedi, yani bana almadı nedenini anlayamamıştım. Orda da acile gittik yine kan aldılar, rapor yazdılar raporda “kan şekeri yüksekliğine bağlı diyabetik koma” yazıyordu. Komaya girmiştim, bu sözcük çok tuhaf,  kötü ve üzücü bir şeymiş gibi gelmişti bana. Servise yatırdılar beni hem annemde geldi sonra. Doktor geldi kaldığım odaya “senden kan gazı alacağım.” dedi. Kocaman bir iğnesi vardı. Karnımı açtı ve pantolonumu biraz sıyırdı, femoral arterimden kan aldı. İlk defa kan alınırken canım bu kadar yanıyordu. Doktor orada anneme ve babama: “ Bu çocuğu öldürmüşsünüz öyle getirmişsiniz.” diye kızdı. Çok üzülmüştüm annemin ve babamın bana ne yaptığını anlayamamış duyduğum sözlerin şokunu yaşıyordum.

Sanırım yemek vakti gelmişti, hemşire odadaki tüm çocukları hemşire odasına doğru çağırdı. Sonra elime bir kalem şeklinde iğne ve iğne ucu verdi. Kolumu açtı ve kolumun bir tarafına dokunarak buraya şu iğneyi yapacaksın dedi. Ne ? diye sordum anlayamamıştım. ”Ben yapmayı bilmiyorum.” dedim. Şoka girmiştim ve korkmuştum. Kendime nasıl iğne yaparım diye düşündüm. Gözlerim doldu ama ağlayamadım. Ağlamaya bile gücüm kalmamıştı. Mecburen aldım iğneyi gösterdiği yere yaptım, ilk kez kendime iğne yapıyordum canım yanmıştı. Uzun zamandan sonra ilk kez yemek yedim. Özlediğim bir duyguydu yemek yiyebilmek. Hastanede ara öğün diye bir şey vardı. İlk kez duymuştum. Şekeri ölçüyorlar, iyi çıkanlara ara öğün veriyorlardı. Odadakilere 2 ince ekmek dilimi içine beyaz peynir ve zeytin koymuşlardı, kokusu hala burnumda o kadar güzel kokuyordu ki canım çok çekiyordu. Benim şekerim ilk zamanlar hep yüksek çıktığı için ara öğün vermediler bana. Şekerimi nasıl iyiye normale getireceğimi bilmiyordum, sordum:” Merdivenlerden in çık düşer.” dediler. Bende başladım merdivenlerden inip çıkmaya. Ama nasıl inip çıkıyorum, hastanenin 6. Katında yatıyordum tam 6 defa inip çıktım, peynir, zeytin ve ekmek için. Hala bile bu koku bana gelince mutluluk duyarım, onu yiyebilmek için verdiğim emek gelir aklıma. Sonra şekerimi ölçtük, normale dönmüştü, benden mutlusu yoktu. Ekmek arası peynir zeytin verdi bana yanında bir de süt. Öyle güzel yiyip içtim ki ömrümde hiç bu kadar güzel bir şey yememiştim sanki.

Annem, en küçük kardeşim daha 5 aylık olduğu için onu evde bırakıp yanımda kalamıyordu. Refakatçim babaannemdi. Babaannem de diyabetliydi, tip 2 diyabetli(tabii o zaman bilmiyordum diyabetin türleri olduğunu) o da iğne yapıyordu kendine, hastanede benim de şekerimi ölçün, bana da ara öğün verin diyordu hemşirelere. Günler böylece geçiyordu hastanede o zaman bize hiç eğitim vermediler, sadece taburcu olacağım gün, baş hemşirenin odasına gittik babamla, hemşire bana şeker ölçüm cihazı hediye etti.(Hediye etti diyorum çünkü vermesi gereken bir şey olduğunu bilmiyordum,  bana özel sanmıştım.) bununla her gün aç karına ve tok karına kan şekerini ölçeceksin deyip bir de kan şekerimi yazacağım bir defter verdi. Buna da ölçümleri yazacaksın dedi. Orada birkaç broşür vardı onları da aldım yanıma ve hastaneden ayrıldık.  Özlemişilerdi beni evdekiler özellikle de annem, “ evimizin neşesi geri geldi.” dedi bana. Sonra annem yıkayıp temizledi beni hastanede banyo yoktu da. Yemek vakti geldi, annem bana tuzsuz tavuk yapmıştı (neden tuzsuz yaptı bilmiyordum artık hep tuzsuz yemek yiyeceği sandım) yanına birazcık da ekmek verdi, bu benim yemeğimdi.

Ama önce şekerimi ölçmem gerekiyordu, ölçtüm sanırım pek iyi değildi. Üzüldüm(şekerim yükselince hep üzülürdüm.). Sonra iğnemi yaptım herkes bana bakıyordu şaşırmışlardı.” Sen nasıl kendine iğne yaptın acımadı mı?” diye sordular yüzleri acıyla buruşmuştu. Sesimi çıkarmadım yemeğimi yedim.  Ölçümlerimi yapıyor ve sürekli yazıyordum her 3 ayda bir kontrole de gidiyordum. 1 yıl boyunca hep kontrollerime gittim. Sonra tatsız bir olay oldu ve babam beni kontrollerime götürmedi. 2 yıl boyunca hiç kontrollerime gitmedim. Kollarıma ve bacaklarıma yapıyordum iğnemi ve hep gösterdikleri yerlere yani pek değişik bir yere yapmıyordum, haliyle sürekli aynı bölgeye yapmaktan kolum ve bacağım şişmişti. Ergenliğin de etkisiyle değişmeye başlamıştım, kan şekerimi ölçüyordum pek, okula gidince de kantinden bana zararlı olan şeyler alıyordum. Arkadaşlarım da onlardan alıyordu (Sanırım kendimi onlardan biri gibi hissetmek için yapıyordum bunu.) ve bunları yemekle kalmıyor, birkaç defa okulda iğne yaptığımda bana kötü bakıyorlar ve beni sürekli hasta gözüyle görüyorlar diye, hatta bazıları dalga geçiyor diye iğnemi yapmıyordum.

Böyle devam edince ben de artık okulda iğne yapmadım. Başlangıçta iğne yapmadığım için sürekli yüksek şeker belirtileri yaşadım, kendimi kötü hissettim ama bir süre sonra vücudum buna alışınca umursamamaya başladım. Hastaneden aldığım broşürlerim vardı arada açar okurdum, birçok şeyi oradan öğrenmiştim. Mesela diyabetin birkaç türü vardı, insülin kollar ve bacaklar dışında karına da yapılabiliyordu, iğne yaptığım yerler şişmesin diye yerlerini sürekli değiştirmeliymişim ve daha birçok şey ama uyguladığımı hatırlamıyorum. Aslında o zamanlar sahip olduğum hastalığın adının diyabet olduğunu bile bilmiyor, şeker hastalığı diye biliyordum. O zamanlar bitkisel yöntemler çok popülerdi. Babam birçok bitki getirir kaynatır suyunu içirirdi bana, tatları o kadar kötüydü ki midemi bulandırırdı, ağlardım içmek istemezdim, zaten içtiğimde de şekerim düşmezdi ki. Aslında ailemi de anlıyordum onlar için de çok zordu insülin dışında bir şeyin çocuklarına iyi gelememesi başka bir çarenin olmaması onları üzüyordu. Derken ben liseli oldum artık yeni bir arkadaş çevrem vardı. Günler güzel geçiyordu fakat şekerim çok kötü gidiyordu. Her ölçtüğümde kötü sonuçla karşılaşıyordum ve üzülüyordum,  çok zaman bu durumla karşılaşmak beni yoruyordu, ağır geliyordu. Bende kızıyordum kendime” bir daha şekerimi ölçmeyeceğim, zaten hep kötü çıkıyor.” deyip pek ölçmüyordum.

Şeker aletimin bile beni üzmeye çalıştığını düşünüyordum. Ah sonradan anladım beni üzen şeker aletim değildi. Ben kendi kendimi üzüyordum ve bunu kendime dikkat etmeyerek,  iyi bakmayarak, kötü olan şekerimi öylece bırakarak yapıyordum. Tabii o sırada okulda da çok kişiye diyabetli olduğumu söyleyemiyordum, utanıyordum. Bir gün babama bir telefon geldi diyabet semineri olduğunu söylediler, siz de çocuğunuzu alıp gelin dediler. Çok şaşırmıştım uzun zamandır diyabetle ilgilenmemiştim, kontrollere de gitmemiştim,  heyecanlıydım, nasıl olacak ve ne diyecekler diye merak ediyordum. Oraya gittiğimizde benim gibi benden küçük, büyük çok kişi vardı, bu kadar diyabetli olduğunu bilmiyordum. Doktorlar hemşireler vardı, sırayla çıkıp konuşmalar yaptılar çok güzel eğitim verdiler. Doktor gelip başımı okşadı kaç yıldır diyabetli olduğumu şekerimin nasıl gittiğini falan sordu. Cevap verirken utanıp çekinmiştim çünkü kendime iyi bakmıyordum. Seminerden sonra oturup düşünmeye vaktim oldu.” Bu böyle gitmez, her şey kötü gidiyor ve ben bir şey yapmıyorum, bunu düzletmeliyim.” Dedim. Hafta içi bir gün anneciğimle birlikte hastaneye gittik. Gitmeyi istediğim doktorun randevusu doluydu bizde oradaki başka bir doktora gittik, doktor bana; ne kadar süredir diyabetli olduğumu sordu ve şekerlerimi yazdığım defterini ver dedi. Çok utanarak benim defterim yok dedim.

Doktor bana kızdı.” ben burada günde 100 hasta bakıyorum senin gibi defter tutmayanlarla ilgilenemem.“ dedi. Acımasızca davranmıştı bana hem çok utanmış hem de üzüntüden boğazım düğümleniş bir şey diyememiştim. Odadan çıktık ağlayıp anneme sarıldım koridorda o sırada yanına gitmeyi istediğim doktor bizi gördü ağlama nedenimi sordu söyledim sonuçların çıkınca benim yanıma getir dedi. Biraz rahatlamıştım. Annem de çok üzülmüştü, canım annem kendini suçlu hissediyordu, doktor yanıma getir deyince annemde bir nebze rahatladı. Sonuçlar çıkınca doktorun yanına gittik sonuçlarımı bana açıkladı HbA1c diye bir sonuç vardı. kan şekerinin 3-6 aylık ortalamasını gösteriyormuş. Benim ki 10 çıkmıştı. Yani şekerim 275 civarında seyretmişti bu çok yüksek bir rakamdı benim için. Kan şekerim yeniden düzenlensin dozlarım ayarlansın diye ve diyabet eğitimimi tamamlayayım diye hastaneye yatırıldım. Sabah da 24 saatlik idrar toplamaya başlayacaktım. Servise gittiğimizde orada diyabet eğitim hemşiresinin odasına gittik. Güler yüzlü bir şekilde karşıladı bizi tanıştık bana birkaç soru sordu ne kadar zamandır diyabetli olduğumu bilgi düzeyimin ne kadar olduğunu sorguladı, insülin yaptığım yerleri kontrol etti şişen yerlerimi gösterdi neden şiştiğini söyledi, her gün eğitim vereceğini birlikte güzel bir şekilde bu işi yürütebileceğimizi söyledi.

Benimle ve annemle konuşma şekli çok güzeldi, umut vermişti bana, çok kanım ısınmıştı hemşireme. Hastanede kaldığım oda 8 kişilikti içindekilerin hepsi diyabetliydi aralarında 3 aylık bebek bile vardı. Doğumdan hemen sonra diyabet tanısı almış, uzun zamandır hastanede yatıyordu. Bu beni düşündürmüştü acaba hiçbir şey bilmeden çok küçükken diyabetli olmak mı daha iyiydi yoksa biraz daha büyüdükten sonra mı olmak daha iyiydi? Sanırım sonradan diyabetli olmak daha iyi çünkü bir şeyleri yaparken anlayarak yapıyorsun kendin yapabiliyorsun oysa küçükken birine ihtiyacın var hep. İlk günün sonunda sabah 24 saatlik idrarımı vermeye başladım. Eğitimlerim de başladı o gün neden 24 saatlik idrar vereceğimi sordum, şeker böbreklerimi etkilemiş mi öğrenmek içinmiş. Ya böbreklerimi etkilemişse ne olacak dedim, bana diyabetin komplikasyonlarını anlattı böbreklerimiz de şekerden hemen etkilenirmiş. Hatta bu böbrek yetmezliğine bile gidebilir diyaliz görmek zorunda bile kalabilirmişim. Tüm bunlar korkunç geliyordu. Kendime ne kadar da kötü bakmışım, dua etmeye başladım “inşallah böbreklerime bir şey olmamıştır” diye diğer gün topladığım idrarı laboratuvara verdik sonuçlar çıkınca doktorumun yanına gidecektik heyecanlıydım. O zamana kadar diyabet eğitim hemşirem bana ve aileme eğitim vermeye devam ediyordu, benimle birlikte aileme de eğitim vermesi çok hoşuma gitmişti.

Ailemde artık benimle ilgili şeyleri biliyor olacaklardı, bu çok güzel bir şeydi. Hemşiremi çok sevmiştim, onunla konuşmak güzeldi,  söyledikleri kendimi iyi hissettiriyordu. İdrar sonuçlarım çıkmıştı doktorumun yanına gittik. Bana “böbreklerin şekerden biraz etkilenmiş, protein kaçağı başlamış, eğer kendime dikkat etmez iyi bakmazsam durum kötüye gidebilir.” dedi fakat iyi bakarsam düzeltebilirmişim. Korkmuştum ama umut hala vardı, düzeltebilirdim kararımı vermiştim bundan sonra kendime çok dikkat edecektim, öyle düşünüyordum. Benim nefroloji doktoruna gitmem gerekiyormuş böbreklerim için gittim değerlerime bakıp bana ilaç yazdı düzenli olarak bu ilaçları kullanmamı ve her ay kontrole gelmemi söyledi. Bir organımı kaybetme düşüncesi bana çok ağır gelmişti. Eğitimlerim bitmiş kan şekerim düzene girmişti. Hemşirem anlattıklarını çok iyi anladığımı söyledi. Ve bana diyabetli çocukların bir kampı olduğunu söyledi gelmek isteyip istemediğimi sordu. İstediğimi söyledim, gidiş tarihini  falan söyledi çok mutlu olmuştum, böylece hastaneden ayrıldık. Eve geldikten sonra kendime iyi bakmaya başladım, kan şekerimi sürekli ölçüyor, ölçümlerimi yazıyordum, ne yediğimi ne kadar yiyeceğimi biliyordum ve ona göre insülin yapıyordum. Şekerim yükselince dozlarımı nasıl yükselteceğimi, kan şekerim düşüp yükselince neler hissedip neler yapabileceğimi artık iyi biliyordum spor yapıyordum. Hemşirem iyi ki bana bu bilgileri vermişti çünkü böyle bilgili bir şekilde kendime iyi bakmak hem rahat hem de mutlu ediyordu beni. Tabii kamp hayalleri kurmaya da başlamıştım ve hayal kurmak harika bir duyguydu. Kendimi artık iyi hissediyordum mutlu olmuştum sürekli gülümsüyordum değişmiştim ve bu değişim çok iyi bir değişimdi. Ve bu değişimde doktorumun ve diyabet eğitim hemşiremin büyük rolü vardı. İyi ki karşılaşmıştım onlarla. 3 ay geçti aradan kontrole gittim tek başıma gelmiştim kontrole bu büyük bir şeydi artık ailem beni getirmek zorunda değildi bunu da kendim aşmıştım iyi hissettiriyordu bu.

Kan verdim çok heyecanlıydım acaba HbA1c’m kaç çıkacaktı? İlk kez kendime bu kadar güzel bakıyordum ve sonucunu merak ediyordum. Bu sonucu beklemek güzeldi açıkçası. Doktorumun yanına gittim kan şekerimi tuttuğum defterimi gösterdim, tebrik etti beni şekerlerin çok güzel gitmiş dedi. Sonuçlarıma baktı ve bir şey söylemeden ayağa kalktı bana doğru geldi ve beni alnımdan öperek, tebrik ederim kendine çok iyi bakmışsın HbA1c’n 6 çıkmış dedi. Nasıl sevindim anlatamam gözlerimi tutamadım sevinçten yağdı gözyaşlarım. Hemşiremin yanına gittim sonra, mutluluğumu onunla da paylaştım çok sevindi tebrik etti beni bunu başarabileceğimi biliyor olduğunu söyledi. Bana kalçadan nasıl iğnemi yapacağımı da gösterdi anlattı bundan sonra gece iğnem daha az ağrılı olacaktı. Bu kontrolüm hayatım için dönüm noktası oldu ve en mutlu olduğum anlardan biri olarak hafızama kazındı. İnsanın kendine iyi bakması o kadar da zor değildi bunca zaman kontrole gelmediğim için üzgündüm fakat artık iyiye gidiyordum ve bu diyabet ekibi sayesindeydi. Sanırım hep şunu söyleyeceğim iyi ki diyabet eğitim hemşiremi ve o ekibi tanıdım. Böbrek kontrollerim de iyiye gidiyordu ama ilaçlarımı her ihtimale karşı kullanmaya devam ediyordum.

Derken yaz geldi kamp zamanı yaklaşıyordu hazırlıklarımı yapmaya başladım öyle heyecanlıydım ki toplanma yerine gittik o kadar çok insan vardı ki benim gibi benden küçük büyük çok diyabetli vardı heyecanım daha çok artıyordu. Ailemle vedalaştım 2 kocaman otobüse hepimiz bindik yola çıktık. Kamp alanına vardığımızda prefabrik küçük evler vardı gruplara ayrılıp oralarda kalacaktık grubumuzla her grubun bir ablası ve abisi vardı. Orada çocuk ve ergenlerin hepsi diyabetlilerden oluşuyordu abi ablalarımızın bazıları diyabetliydi bazılarıysa değildi. Diyabetli olmayanlar gönüllü olarak kampa katılmışlardı. Kamp çok güzel bir yerdi.  Yüzme, oyun, eğitim(daha önce bilmediğim birçok şeyi orda öğrenmiştim.) dans, eğlence zamanlarımız oluyordu. Kamp çok eğlenceli geçiyordu. Başta ağlayanlar bile alışmış, kamp sonunda kimse evine gitmek istemiyordu. Orda olan tüm insanlar bizlerin daha iyi şekerlere sahip olması için ve diyabetimizle arkadaş olabilelim diye çalışıyorlardı. Orada diyabetli olup çok güzel şeyler başarmış olanlar vardı, bizlere iyi örnek oluyorlardı; maraton koşucusu vardı,  diyabetli olup diyabetlilerin doktoru olanlar diyabet eğitim hemşiresi olanlar, sporcular, dağda bisiklet süren bir abimiz vardı psikologlar diyetisyenler, ilaç mümessilleri, diyabet teknolojileriyle ilgilenen firma çalışanları… Çok insan vardı orada ve bizim için çalışıp didiniyorlardı. Bu çok güzel bir şeydi bende onlar gibi olmak, ilerde bende diyabetlilere yardım edip kamplara katılmak istiyordum onlar gibi, ya hemşire olacaktım ya doktor ya da psikolog ama bunların hangisi olursam olayım diyabetle hep ilgilenecektim. Kampımız bitmişti, ben kontrollerime gitmeye devam ediyordum en son böbrek kontrolüme gittiğimde böreklerimde hasar kalmamıştı, böbreğim artık ağlamıyordu onu güldürmeyi başarabilmiştim.

Canım böbreğim şekerimle barışmış onunla yeniden dost olmuştu. Bir dahaki kampa abla adayı olarak çağırıldım gittim benim için çok güzel bir duyguydu sonraki kampa da abla olarak gittim. Üniversite sınavına girdim hemşireliği tercih ettim amacım zaten diyabet eğitim hemşiresi olmaktı çünkü bir diyabetliye en çok dokunan onun hemşiresi, bir diyabetliyi en iyi anlayan da başka bir diyabetlidir. Ve diyabetli bir bireye en çok dokunanın ve onu anlayanın diyabetli bir diyabet eğitim hemşiresi olacağını biliyordum. Doğru kararı verdiğimi biliyordum, ben diyabet eğitim hemşiresi olacağım ve diyabetlilere umut olup onlar için elimden gelen her şeyi fazlasıyla yapacağım umarım. Sonraki kamp Bursa İznik gölündeydi oraya da gittim bu defa da çok güzel geçti ve burada hayatımın en güzel hediyesini aldım. Yüzme vaktinde nöbetçiyken hemşirem ve doktorum beni yanlarına çağırdı: “Büşracığım sana bir sürprizimiz var.” Dediler,  merak ettim,  nedir? diye sordum: “ Elimizde insülin pompası var ve biz bunu sana hediye etmek istiyoruz eğer kabul edersen.” dediler şoka girmiştim gerçek mi diye sordum, benim için çok büyük bir hediyeydi. Ve çok değerliydi ağladım sarıldım onlara teşekkür ettim. Pompayı kendime iyi baktığım için hediye ettiler ne kadar iyi insanlardı gerçekten benim yüreğime dokunuyorlardı, içimde umut ışıkları yakıyorlardı. Ve ben kendimi ilerde diyabet eğitim hemşiresi olacağım için çok mutlu hissediyordum ve herkes de bunu çok iyi başarabileceğimi söylüyordu. Derslerimde de diyabet hep geçiyor kimi zaman üzülüyorum çok hastalığa sebep olabileceği için ve bir gün bu hastalıklara yakalanacağım hissi korkutuyor beni.

Olsun ben kendimi iyileştirebileceğime inanıyorum. Lotus çiçeği misali ne kadar kötü şeyler yaşarsam yaşayayım üzerimden bunu atmayı başaracağıma inanıyorum, içimde umut ışıklarımı hiç kapatmıyorum sönmesine de izin vermiyorum. Ve bölümümü bitirince çalışmaya başladığımda da hem tüm hastalarıma hem de diyabetlilere umut ışığı olmayı hedefliyorum umarım olurum. Diliyorum ki umut ışıklarımız hep yanar ve her yeri aydınlatır. Benim hikayem, böylece başlayıp şimdilik yazdıklarım bitiyor ama biliyorum ki yaşadıklarım bitmeyecek. Umutlarımız yanacak yeşerecek büyüyecek sonra belki solacak ama ardında tohum bırakacak ve böylece umudumuz solsa bile hiç bitmeyecek. Hep devam eden umutlara…

Hoşgeldin, Ziyaretçi

Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Forumda Ara

Forum İstatistikleri

Toplam Üyeler: 3,439
Son Üye: edaxxx
Toplam Konular: 2,615
Toplam Yorumlar: 4,471

Kimler Çevrimiçi

Toplam: 40 kullanıcı aktif Bot
0 Kayıtlı
» 39 Ziyaretçi

Son Aktiviteler

Atatürk'ün Çocukluk Anısı...

Son Yorum: Serdar102 22-04-2024, Saat: 18:16

TUS, USML, DUS sınavları ...

Son Yorum: mustaboz 22-04-2024, Saat: 00:42

23 Nisan Ve Cumhuriyet Şi...

Son Yorum: Serdar102 08-04-2024, Saat: 18:04

Alinur Aktaş

Son Yorum: Uzi 05-04-2024, Saat: 13:21

Azı dişim çekildi diş eti...

Son Yorum: ysfkelebek 28-03-2024, Saat: 21:48

Başkomutan Mustafa Kemal ...

Son Yorum: Serdar102 26-03-2024, Saat: 19:57

Karşılıklı kaynak paylaşı...

Son Yorum: drbed 15-03-2024, Saat: 13:46

beyinde sorun

Son Yorum: nuhy1 14-03-2024, Saat: 18:13

Antalyaya ve izmire yeni ...

Son Yorum: analizci 10-03-2024, Saat: 11:32

Nefes Alma Problemi ve Bu...

Son Yorum: Darkwatch 09-03-2024, Saat: 12:13

İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren MediFORUM - Türkiye'nin sağlık forumu sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.K'nın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur. Sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri bağlantısından bize ulaşıldıktan en geç 3 (üç) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmenlikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.